Sultan III. Selim’i vaktiyle yeniden tahta geçirmek isteyenler, daha önce de belirtiğimiz gibi, Rusçuk’ta toplanmışlardı. Bu yüzden onlara “Rusçuk yârâm” denilirdi.
Sultan III. Selim aniden öldürüldüğü için onu tahta geçirmemişlerdi, ama Sultan II. Mahmud’u padişah yapmışlardı. Tabiî, bunlar yeni Padişahın hemen etrafını almışlardı, iktidar elle-rindeydi. özellikle Alemdar Mustafa Paşa, gün geçtikçe sertleşiyor, suçluların yanı sıra masumların da canını yakıyordu. Zaman içinde bir diktatör gibi davranmaya başlamıştı.
Öte yandan Rusçuk yaranına mensup bazı paşaların, beylerin ve önde gelenlerin gün gün zenginleşmesi kimsenin dikkatinden kaçmıyordu. Padişahtan, çok kere de Sadrazam Alemdar Mustafa Paşadan habersiz olarak, bunlar, bir kısım devlet mevki ve makamlarını şuna-buna ikram ediyor, karşılığında çıkar sağlıyorlardı.
Makam tatlı gelmişti. Niçin bu hareketi başlattıklarını bazıları çabuk unutmuştu. Çok kere böyle olur. İyi niyetle başlayan bir hareket başarıya ulaşınca, hareketi başarıya ulaştıranlar bundan faydalanmaya başlarlar. Zamanla da ölçüyü kaçırırlar. Fayda yerine zarara âlet olurlar. Bulundukları makamı korumak için ne mümkünse yaparlar. Gözlerini hırs bürür. Önceleri yalnızca devlet menfaatini düşünürken, sonra sonra kendi menfaatlerini herşeyin üstünde tutarlar.
Rusçuk yaranının şüphesiz hepsi değil, ama bir kısmı bu durumdaydı. Alemdar Mustafa Paşanın etrafı dalkavuklarla çevrilmişti.
“Sen olmasaydın Sultan Mahmud da olmayacaktı, tahtını sana borçlu,” diyorlardı.
Hattâ işi çok ilerilere götürüp, “Keşke onu tahta çıkaracağına kendin padişah olsaydın” diyenler bile vardı. Alemdar Mustafa bunlara direnir görünüyordu, ama sürekli tekrarlanan saçmalıklar yavaş yavaş yüreğinde yer tutuyordu.
Söylenenlerin tesiri altında kalmış ve Padişahı dahi hafife alan bir tavır takınmıştı. Bu da Sultan Mahmud’u rahatsız ediyordu.
Padişahın dahi kulağını tırmalayan rüşvet söylentileri, halk arasında yaygındı. Kaptan-ı Derya Ramiz Paşanın her gece gönül eğlendirdiği, konağındaki musluklardan süt aktığı, Alemdar Mustafa Paşanın Kamertâp isimli ca-riyesiyle gününü gün ettiği iddiaları kahvelerde devamlı konuşuluyordu.
Önceleri Padişaha karşı kimse söz söylemiyordu. Herkes etrafıyla ilgiliydi. Sonra sonra Padişahtan da hoşnutsuzluk başladı.
“Olanın bitenin farkında değil mi? Hâlâ bunları ne diye yanında tutar, ne diye boyunlarını vurdurmaz?” şeklinde tenkitler yapılmaya başlandı.
İşin içine menfaatçilerle kötü yürekliler de karışınca, yeniçeriler homurdanmaya koyuldu. Zaten Segbân-ı Ce-did yüzünden rahatsızdılar. Bu sırada adı bilinmeyen biri, yeniçeri ocağının kaldırılacağını yaydı. Yeniçerilerin rahatsızlığı arttı.
Söylentiler üst üste gelince de inanıp kazan kaldırdılar (ayaklandılar). Gece yansı kışlalarından çıkan 400 kadar yeniçeri, Ağa Kapısına—Yeniçerilerin başkomutanına “Ağa” denilirdi ve “Ağa Kapısı” adı verilen konakta otururdu—hücum edip Yeniçeri Ağası Mustafa Ağayı öldürdüler. Oradan hükümet merkezi Babıali’yi kuşattılar. Yangın çıkarttılar.
Güneş korkunç bir uğultunun üstüne doğdu:
“Sadrazamı istemezük!”
Durum, Sadrazam Alemdar Mustafa Paşaya bildirilince, cariyeleriyle birlikte mahzene kapandı. Belki mahzende hatalarını düşünme fırsatını bulmuş ve pişman olmuştu. Ancak vakit çok geçti. Yukarıda bahsi geçen söylentiler ve birtakım gerçekler sebebiyle deliye
dönen kalabalık, konağına saldırmaya gelmişti. Sayılan da binlere yükselmişti. Artık onun için kurtuluş yoktu.
Buna rağmen ümidini kaybetmeyen Alemdar Mustafa Paşa direndi. Yeniçerilerin üzerine ateş açtı. Birkaçını yere serdi. Padişahın Segbân-ı Cedid göndermesini ve kendisini âsilerin elinden kurtarmasını uzun süre bekledi. Bir görüşe göre sabahtan ikindi vaktine kadar dayandı. Fakat Padişahtan umduğu yardım bir türlü gelmiyordu. Galiba Padişah onu gözden çıkarmıştı. Bunun için Padişahın sebepleri vardı. Alemdar Mustafa Paşa, zaman zaman Padişahı bile umursamazdı. Ona sık sık tahtını kendisine borçlu bulunduğunu hatırlatır, elinde oyuncak yapmak isterdi. Sultan Mahmud nihayet bütün bunlardan bıkmış olacaktı.
Yardım kapılarının yüzüne kapandığını görünce sığındığı mahzende bulunan cephaneliği ateşe verdi. Korkunç bir patlama meydana geldi. Kendisiyle birlikte, yedi-sekiz yüz yeniçeri de öldü (15 Kasım 1808). İhtilâl yeni kurbanlar almış ve ihtilâlle gelen iktidar, yine ihtilâlle gitmişti.
İsyanda eski padişah Sultan IV. Mustafa’nın parmağı olduğu da sonradan anlaşıldı. El altından söylentiler çıkarıyor, bunları kızkardeşi Esma Sultan ve taraftarları aracılığıyla yayıyordu. Suçu sabit görülüp 15/16 Haziran 1808 gecesi idam edildi. Mezarı babası Sultan I. Abdülhamid’in türbesindedir.