Padişah durumuna hakim değildi.Sadrazamlığı Çelebi Mustafa Paşa’yı getirdi.Aslında o mu getirdi, yoksa kabakçı mustafa’nın isteği mi uydu, bilinmez. Ama işlerin düzelmediği, düzelmek şöyle dursun, daha da karıştığı belliydi. Durmadan adam öldürülüyor, acımasızca kan dökülüyordu.
Her ihtilâl gibi bu ihtilâl de netice vermemişti. Ve her ihtilâl gibi bu ihtilâl de kendi çocuklarını yiyordu. Kabakçı Mustafa’nın mevki ve maaş dağıtmasının arkası gelmiyordu.
Hazine boşalmış, fakat ihtilâlcilerin gözleri doymadığından, çaresiz, vergiler ağırlaştırılmıştı. Sonuç olarak da halk beddua yağdırıyordu.
Bütün bunları mahpus bulunduğu odada duyan eski padişah III. Selim çok üzülüyor, başka birşey elinden gelmediği için duygularım şiir olarak kâğıda döküyordu. Teselliyi durmadan yazmakta arıyor ve herşeye rağmen devletin güçlenmesi, karışıklığın bitmesi için dua ediyordu.
Üzülen yalnız Sultan III. Selim değildi. Herşeyin daha iyi olacağına inanarak Sultan Selim’i tahttan indiren bazı aklı başında ve samimî devlet adamları da üzülüyor, memleketin durumuna bakıp acı acı söyleniyorlardı:
“Biz bunun için mi Sultan Selim’i hal ettik?”
Fakat iş işten geçmişti, ihtilâlciler, büs bütün şımarmışlar, parsayı, ihtilâli yapanlarla birlikte, sonradan ortaya çıkanlar da toplamaya başlamıştı. Dönüşü olmayan bir yola girilmişti. Zaten hiçbir ihtilâlin dönüşü yoktur. Ve ihtilâller hiçbir zaman çare değildir. Bu gerçek Kabakçı Mustafa ihtilâlinde bir kere daha karşımıza çıkmakta ve tarihin yanılmaz ışığı bir kere daha yolumuzu aydınlatmaktadır.
Bir yandan savaş sürüyor, bir yandan karışıklık devam ediyor ve yersiz harcamalar yüzünden hazine boşaldıkça boşalıyordu. Bunun sonu nereye varacaktı, netice ne olacaktı? Aklı başında herkes bunu düşünüyordu. Böyle düşünceler taşımayanlar yalnızca Kabakçı Mustafa ile yardakçılarıydı.
Geleceklerinden emin bulunmadıklarından ve makamlarını silâhlarına borçlu olduklarından, ne kaparlarsa kâr sayı yorlardı. İşi o derece ileri götürmüşlerdi ki, Padişah bile yavaş yavaş gerçeğe dönmek zorunda kalmış,
“Bunlardan beni kurtar Allah’ım!” diye duaya başlamıştı.
Belki padişahlığı istediğine bile pişmandı. Ama bu ateşten gömleği artık istese de, istemese de taşımak zorundaydı.