OSMANLI’DA MEDRESELERİN ÖNEMİ HAKKINDA BİLGİ
Arapça “de.ra.se” fiilinden gelen “medrese” öğrenciler için ders okuma öğreten yer anlamına gelmektedir. Medreselerde, ders veren hocalara da müderris adı verilir. Medreselerin osmanlı’da bilimin gelişmesinde çok büyük etkisisinin olduğu bilinir. Sarf (mortofoloji), mantık, hadis, tefsir, adab-ı bahis, vaaz, belagat, kelam, hikmet, fıkıh, faraiz (miras hukuku), akaid (inanç esasları), usul-ü fıkıh, ilm-i heyet (astronomoi ve astroloji) gibi derslerin görüldüğü medreseler ilk kez Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından kurulmuştur. Selçuklular Anadolu’ya geldikten sonra çeşitli şehirlerde çok sayıda medrese inşa ettiler.
11.yy dan itibaren İslam ülkelerinde bilim alanında çok büyük gelişmeler yaşanmıştır, çünkü bu yüzyıldan itibaren eğitim amaçlı medreseler çok büyük bir yaygınlık kazanmış, halkın birçok açıdan yetişip gelişmesinde büyük bir rol oynamışlardır.
Osmanlı döneminde ise medreseler çok daha programlı bir şekilde faaliyet göstermişlerdir. Çok büyük medreseler yapılmış, bu medreselerde oldukça kaliteli bir eğitim verilmiş ve sonucunda da çok değerli alimler yetişmiştir. Osmanlı imparatorluğunun gelişmesinde bu medreseler çok büyük bir paya sahiptir.
Medreseler, Osmanlı İmparatorluğunun temel eğitim kurumu olmuştur, Osman Gazi’nin valiahdı ve oğlu Orhan Gazi, 1330 yılında İznik’te imparatorluk camisini inşa ettirirken, orada bir de, bir asırdan uzun süre boyunca Osmanlı medreselerinin en yükseği olarak kabul edilen bir medrese yaptırdı. Daha sonra Bursa ve Edirne’de medreseler kurulmuştur. Eğitimin ücretsiz ve yatılı olduğu medreselerin yüksek bölümünden mezun olanlar, müderris, kadı ya da yönetici oluyordu. Medreselerdeki eğitimin esasını, dini ve ahlaki bilgilerin verilmesi oluşturuyordu. 15. Ve 16. Yy bazı medreselerde, doğa bilimleri, tıp ve matematik eğitimine de başlanmıştı. Diğer bir eğitim kurumu ise Enderun’dur. Devşirme çocuklarının alındığı Enderun’da , devlet için yönetici kadrolar yetiştiliyordu.
Osmanlılar, medrese eğitimine ve alimlere değer verdiklerinden, bunların tahsil ve eğitim konusunda karşılaşabilecekleri her türlü sıkıntıyı ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu’na İran, Turan, Horasan, Dağıstan, Hindistan, Buhara, Haleb, Şam, Mısır ve Karaman gibi İslam dünyasının farklı köşelerinden bilginlerin akın etmesinin en önemli sebeplerinin başında, alimlere gösterilen saygı geliyordu. Bu akın sebebiyle İstanbul, yavaş yavaş islam dünyasının bilim ve kültür merkezi haline gelmiştir.
Osmanlılar, medreselerdeki eğitim ve öğretim faaliyetlerini vakıflar vasıtasıyla devam ettirdiler. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fetheder etmez “Sahn-ı Seman” Medreseleri’ni kurdurması ve bunların giderlerini sağlamak için vakıf kurmasından sonra, devlet merkezi olduğu gibi ilim merkezi haline de gelen İstanbul’da başta hükümdarlar olmak üzere sultanlar, vezirler, ilim adamları, bazı saray mensupları ve maddi durumu iyi olan halk tarafından pek çok medrese yaptırılmıştır. Sadece Mimar Sinan’ın baş mimarlığı döneminde İstanbul’da 55 medrese inşa edilmiştir. 17. Yy son çeyreğinde İstanbul’da 55 medrese inşa edilmiştir. 17.yy son çeyreğinde İstanbul’da 126 kadar medrese bulunuyordu. Fetihten 19. Yy kadar istanbul’da inşa edilen medrese sayısı ise 500’ü aşmaktadır. Ancak, bunların büyük bir bölümü yangın ve deprem gibi doğal felaketlere maruz kalarak yıkılıp yok olmuş veya terk edilmiştir.
Osmanlı medreseleri, devletin kuruluşundan 20. Yy başlarına kadar faaliyetlerini sürdürmüştür. Medreseler, islam geleneğine bağlı kalmakla beraber, özellikle teşkilat bakımından Osmanlılarda birçok değişikliklere uğramıştır. Fatih ile Kanuni’nin kurdukları medreselerin vakfiyeleri tarafından, daha öncekilerden farklı olarak, dini ilimlerin yanında akli bilimlerin okutulması şart koşulmuştur. Medreselerde din, ilim ve eğitim hizmetlerini yürütenlerin yanında, bürokraside ve yargıda ihtiyaç duyulan idari ve adli personel de eğitilmiştir.
Osmanlı toplumunun dini, ilmi ve kültürel kurumlarında görev yapan ulema medreselerden yetişiyordu. Bu medreselerde yetişen alimler, müderrislik, müfülük, kadılık, kazaskerlik ve şeyhülislamlık görevlerinde bulunuyorlardı. Ulemanın iki yönlü vazifesi vardı; İslam hukukunun yorumlanması ve uygulanması. Müftüler bu görevlerden birincisini, kadılar ise ikincisini yerine getiriyorlardı. İlmiye mensupları da, islam hukukunu ve sultani kanunları devlet işlerinde uyguluyorlardı.