Ruslar büyük başarılar kazanamamış, genelde kardan çok zarar etmişlerdi. Oysa Çar, oturduğu yerden zafer bekliyordu. Osmanlıların işini bir an önce bitirmeli, Kafkasya’nın bağımsızlığı için mücadele veren ve Rus ordularına karşı büyük zaferler kazanan Kafkas Kartalı Şeyh Şamilin üstüne bütün gücüyle gidip ezmeliydi.
Tuna ordularına Silistre’nin alınmasını emretti. Emri alan Rus ordusu Tuna üzerinde önemli bir askeri değere sahip Silistre kalesini kuşattı. Kuşatmayı bizzat Başkomutan Mareşal Paskieviç yönetiyordu. Silistre’yi mutlaka düşürecek, Osmanlıları Tuna’nm öbür yakasına sürecekti.
“Silistre düşerse tutunamazlar’ diyordu.
Ama Türkler, tarih boyunca her zaman tutunabilecekleri bir yer bulup kök salmakta usta idiler. Bunu hiç hesaba katmıyordu.
Külliyetli asker (80 bin kişi) ve 130 topla saldırıya geçen Mareşal Paskie-viç, Musa Paşanın emrinde 10 bin Türk askerinin savunduğu kaleye sürekli gülle yağdırmaya başladı. Arada bir kaleden çıkıp karşı saldırıya geçen birliklerimizle kanlı savaşlar yaptı. 9 Haziran 1854 günü cereyan eden şiddetli ve kanlı savaş sırasında Mareşal Pas-kieviç ağırca yaralandı. Yerine getirilen Prens Gorçakof da bir süre sonra aynı akıbete uğradı. Rus generallerinden Schilder vurularak öldü.
Silistre kalesi harabeye dönmüştü. İçerdekilerden çoğu şehit olmuşlar veya savaşamayacak şekilde yaralanmışlardı. Üstelik, cephaneleri ve yiyecekleri son derece azdı. Bununla birlikte canlarını dişlerine takmış, savaşıyor, kaleyi teslim etmeye yanaşmıyorlardı.
Yıllar sonra Namık Kemal, bu sahneleri göz önüne aldı ve meşhur “Vatan yahut Silistre’9 piyesini yazdı. Bu muazzam savunmayı ebedîleştirdi.
Silistre kalesinde durum yürek yakıcıydı. Kumandan Musa Paşa kara kara düşünüyordu. Teslim teklifinde bulunan Ruslara hep aynı cevabı vermişti:
“Bana bükale teslim etmem için değil, savunmam için emanet edilmiştir. Ben almadım ki ben vereyim.’9
Fakat askerleri çok azalmıştı. Ruslar her şeyi göze alıp bir hücuma kalkışırlarsa, nasıl savunulacaktı? Şimdiye kadar dayanabilmesi bile büyük başarıydı. Bunu Mehmetçiklere borçluydu.
Her asker top güllesi gibi Rusların üstüne düşüyor, düştüğü yeri param parça ediyordu. Ama daha ne kadar sürecekti bu?
Komutanlarıyla görüştü. Herkes “Ne yapmalı?” sorusuna cevap arayarak susuyordu. Musa Paşa ise çoktan kararını vermişti. Gürül gürül bir sesle,
“Efendiler,” dedi. “Böyle beklemek-tense taarruz etmek evlâdır. Bizi tükendik sanıyorlar. Tükenmediğimizi küf fara göstermenin tam vaktidir. Yarın cehennem ateşi gibi üzerlerine yağarsak şaşkına dönerler. Umulur ki bu şaşkınlıktan biz istifade ederiz.’! RP Teklifi hemen kabul edildi.
Ertesi gün, yani 13 Haziran 1854 günü sanki kıyamet koptu. Kaleyi şanla, şerefle savunan bir avuç kahraman Allah Allah sesleriyle dışarı fırladı. Dört koldan hücuma geçtiler. Kuşatmayı büyük ölçüde kırdılar. Rusları geri hatlara püskürttüler. Bin Rus askerini öldürüp iki binini yaraladılar. Şehitlerin sayısı ise 900 kadardı.
15 Haziran günü bu hareket tekrarlandı. Ruslar büs bütün şaşırdılar. Bir avuç kahramanın destanlara konu olmaya değer bu hücumu karşısında önce bocaladılar, sonra çekilmek zorunda kaldılar. Kahramanlar ölmeye, şehit olmaya gelmişti. Hiç kimse bundan sonra yaşamayı düşürtülüyordu. Tek gayeleri vardı: Moskofla vuruşa vuruşa şehit olup Cennete gitmek. Bu kararla saldıranları durdurmak mümkün müydü?
Durduramadılar. Kaleyi almaya gelenler, rezil olup kaçtı. 41 gün süren kanlı kuşatma 25 Haziran 1854 günü kaldırıldı. Bu kuşatma sırasında meydana gelen çarpışmalarda Ruslar 15 bin ölü ve 25 bin yaralı verdiler, ölülerin arasında dokuz tane de general vardı. Musa Paşaya, şanlı savunmasının küçük bir armağanı olarak “Müşir” (Mareşal) rütbesi verilmişti. Fakat bunun ertesi günü, çekilmenin hıncıyla ateşlenen son bir gülleye hedef oldu. “Allah” dedi ve gözlerini şanlı savunmasının üstüne ebediyen kapadı. Duası kabul olmuştu. Çünkü kendisine mareşal rütbesi verildiğine dair haber geldiğinde gülümsemiş ve şöyle mırıldanmıştı:
“Bu rütbenin yerine rütbe-i şehadeti [şehitlik rütbesini] tercih ederdim.” İstediği son rütbeyi de almış ve şehit olmuştu.